Klâsik Türk şiirinde dünya ve âhiret telâkkisi açısından iki tarzdan söz etmek mümkündür: Rind ve Zâhid.
Rind; şekil kaygılarından uzak, hoşgörü ve müsamaha sahibi, ne dine ne de dünyaya sırt çeviren, «Allah affedicidir, elbette beni de bağışlayacaktır.» şeklinde düşünen, dış görünüşüne bakınca dinin emir ve yasaklarına aldırış etmeyen bir sapık ve günahkâr; fakat içinden dinin getirdiği yolda olan ve emirlerine uyan, yasaklarını işlemekten sakınan bir anlayışı;
Zâhid ise; aklı ve hesabı kendine rehber edinen, kendi nefsini ön plânda tutan, dünyada işlediği amellerin karşılığında âhirette cenneti gözleyen, bu yönden bakıldığında menfaatçi ve şekilperest, dünya menfaatleri yüzünden dindar geçinen, fırsat buldukça günah işlemekten çekinmeyen dindar kıyafetine bürünmüş münafık bir anlayışı temsil eder.
Rind «ibn-i vakt»tir. Yani ânı yaşayıp; «Dün geçmiştir, yarın ise bilinmiyor; biz, bize düşeni bugün yapmalıyız.» görüşünü kendisine düstur edinmiştir. Gam-ı ferdâ yani «gelecek endişesi» taşımaz, kendisini cehennem azabıyla korkutmaya çalışan zâhide cüretkâr cevaplar verir:
Harâbât ehline dûzâh azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
[Hayâlî]
Madde ve mânâ, akıl ve aşk, dünya ve âhiret... İşte rind ve zâhidin özellikleri... Rindin aşkı «şem ü pervane», zâhidin aşkı ise «gül ü bülbül»dür. Sevgilisinin etrafında dönüp duran bülbül, feryâd u figān ederek aşkını herkese duyurur. Rind ise sevgilisinin etrafında dönerken yanar, kül olur; ama âh u figān etmez. Biri diğerini yakar diğeri de onun etrafında dönerken yanar. Neticede yok olurlar. Zaten «hâl ehline izhâr-ı muhabbet lâzım değildir.»
Alıntıdır