İstanbul, coğrafi yönden ayrıcalıklı konumu, nesilden nesile aktarılan kültür mirası ve sanatçılara ilham verecek kadar muhteşem doğal güzellikleriyle Türk edebiyatının değişmez temalarından biri olmaya hak kazanmıştır. İstanbul, Osmanlılar tarafından fethinden önce, halk edebiyatı ürünleri içinde yer alan Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı ve Saltukname’de “Küffar ili” olarak anılmaktadır. Bu tarz eserlerde, Hz. Muhammed’in İstanbul şehrinin bir gün Türkler tarafından fethedilip Müslümanlaştırılacağını müjdeleyen hadisi çeşitli vesilelerle yer almaktadır. Asırlar boyunca Türklerin içinde İstanbul’u fethetmek, mutlaka ulaşılması gereken yüce bir ideal olarak yaşamıştır. Fetihten sonra Türk ve Müslüman kimliği kazanan İstanbul ve çevresinde gelişen Divan edebiyatı içerisinde İstanbul önemli ve sıkça kullanılan bir tema olarak kendine yer edinmiştir.
15. asrın sonlarında Tâcizâde Cafer Çelebi’nin yazdığı “Hevesnâme” isimli mesnevi, İstanbul’un “ilk kimlik kartı” olarak değerlendirilebilir. Eserde İstanbul’un genel bir tanıtımı yapıldıktan sonra, şehrin değişik mekânları anlatılmıştır.Divan edebiyatında sadece İstanbul’u konu edinen on iki adet müstakil şehrengiz vardır. Ünlü tezkire müellifi Latifi’nin bu asırda yazdığı “Evsaf-ı İstanbul” isimli şehrengiz devrin İstanbul’unun sosyal hayatını anlatan önemli bir belge niteliğindedir.
16. asrın önemli gazel şairlerinden Baki’nin pek çok gazelinde İstanbul’un bu devirdeki ihtişamlı ve göz kamaştırıcı güzelliğini gözler önüne seren beyitler tespit etmek mümkündür.Bazı araştırıcılar Baki’nin gazellerinde seferden zaferle dönen Osmanlı ordusunun şehre ayak basışındaki görkemi, bir mimari şaheserin şehre kattığı muhteşem manzarayı görmenin mümkün olabileceğini belirtirler.
17. asırda Tab’i İsmail Efendi’nin yazdığı şehrengiz dışında İstanbul’la ilgili en ayrıntılı bilgiyi Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bulabiliriz. İlk cildi tamamen İstanbul’a ayrılan bu eserde efsane ve söylentiyle karışık olmak üzere şehrin sosyal yaşamını da kapsayan uzunca bir tanıtımı yapılmıştır.
18. asır, Divan şiirinde İstanbul’un en fazla konu edildiği dönem olarak edebiyat tarihi içindeki yerini alır. Şiirlerinde “bir tutku” derecesinde İstanbul’dan bahsetmeyi seven Nedim’in eserleri 18. asır İstanbul’unun bir “belgeseli” gibidir. Şairin, Damat İbrahim Paşa için yazdığı kasidenin nesib kısmında İstanbul’un özellikleri Nedim’e has zarafet ve incelikle anlatılır:
Bu şehr-i Stanbul ki bi-misl ü bahâdır
Her sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hûrşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır.
Altında mıdır üstünde midir cennet-i âlâ
Elhak bu ne hâlet bu ne hoş âb ü havadır.
İnsâf değildir anı dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbihi hatadır
Herkes irüşür anda murâdına anınçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Kâlây-ı maârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner mâden-i ilm-i ulemâdır
Câmilerinin her biri bir Kûh-ı tecellî
Ebrû-yı melek anlara mihrab-ı duâdır.
(...)
İstanbul’un evsafını mümkün mü beyan hiç
Maksûd hemen Sadr-ı Kerem-kâre senâdır
Halk edebiyatında İstanbul Divan edebiyatındaki işlenişinden daha farklı bir tarzda karşımıza çıkar. Masallarda masal kahramanları bir takım sebeplerle İstanbul’a giderler. İstanbul onlar için para kazanılabilecek bir ticaret merkezi, saf insanların aldatıldığı kötülükler diyarıdır. 17. asra kadar saz şairleri eserlerinde İstanbul’dan fazlaca bahsetmemişlerdir. 17. asırda Anadolu’dan İstanbul’a gelen bazı âşıklar şiirlerinde, “İslambol, Sultanü’l Beled, Âsitâne” gibi isimlerle İstanbul’dan söz etmişlerdir.
Roman ve hikâye, yapılarından kaynaklanan özellikleri sebebiyle mekâna en çok ihtiyaç duyan türlerdendir. İlk Türk romanları, Türk toplumunun siyasi ve sosyal açıdan en çalkantılı dönemini yaşadığı 19. asırda yazılmaya başlandığı için, ülke ve toplumdaki değişmeleri bu ilk dönem romanlarında gözlemleyebiliriz
Devam edeceğim.
Alıntı değildir.Kendi araştırmalarımdan kısaltılmış bölümlerdir.
Bu İletiyi Yöneticiye Bildir/Şikayet Et Kayıtlı
--------------------------------------------------------------------------------